18 December 2012

Dilek kesenler...

Sana bakıyorum. Çin seddi gibi yüksek mi yüksek, uçsuz bucaksız bir duvar karşımdaki. Yosunlu, ıslak taş blokların arasından sular sızıyor ve hava serin. Üstelik sen bundan gurur duyuyorsun. Bana yer olmamasına şaşmamalı. Senin gibi komik şapşal cüceleri ne yapsınlar, burası çok ciddi ve siyah beyaz bir yer. Burada her şey ciddiye alınır, uzun uzadıya detaylı bir şekilde açıklanır. Anlatacaklarını değil seni duymak istiyorum oysa... Duvar boyunca yürüyorum. Kocaman portrelerin asılı bazı yerlerde. Kimi yerde senin üç beş dev fotoğrafın üst üste, yan yana duruyor. Bazılarında öyle sıcak ve cana yakın duruyorsun ki. Renkli o fotoğraflar. Sanki dokunsan canlanacakmış, gülümseyecekmiş, sarılacakmış gibi. Sonra bilmediğim uzay dillerinde kitabeler var kilometrelerce. Orhun kitabeleri, Cyborg yazıtları. Bilmediğim alfabeler bunlar. Sen bunları öğrenmek için yıllarını vermişsin ama kimseye öğretmemişsin. Evrenin ve tarihin sırlarını açıklamışsın, söylevler vermişsin. O evrende bir akşamüstü iki çay içip bi tavla atamadık biz. Soğuktan ürpererek yürümeye devam ederken bir kapıya rastlıyorum. Ağır ahşap bir kapı bu, sonra fark ediyorum ki kilitli değil. İçeri giriyorum, bir an kendi evimde sanıyorum kendimi. Ama burası benim evim değil. Sadece birebir kopyası.  Salona doğru yürüyorum, pencereler açık, hafif bir müzik çalıyor. Sen balkonda oturmuş kahve sigara içiyorsun. Gene güzel bir vakit geçiyoruz, o vakitte zaman kayboluyor. Bazen bir kaç saat bir hafta gibi. Sıcak, tutkulu, güzel her şey. Tabii bir saatte orayı terk etmemiz gerekiyor. Biliyorum ki ben o kapıdan çıktığım anda o ev de yok olacak. Geri döndüğümde tekrar belireceğini de biliyorum. Seni balkonda bırakıyorum çünkü sen surların ardındaki kendi evrenine ancak oradan girip çıkabiliyorsun. Seni ayakların oraya getiriyor bazen, ya da biri gelip seni alsın istiyorsun. Kendin çıkıp gelmen imkânsız. Sen zaten bir yere gitmiyorsun, surlarının ardındaki uçsuz bucaksız topraklar senin. Arzu edenler seni gelip ziyaret edebilir ve ancak kendi odalarında seni görebilirler.  O yalnız toprakların kralı sensin ve kâinatında halklar varsa bile görünmüyorlar ziyaretçilerine. Ziyaret saati bitmiştir. Teşekkürler... İnsan zamanla alışıyor bazı şeylere elbette. Ama alışmaya başladığın anda uğrunda bir şeylere alıştığın şeyler silikleşmeye başlıyorlar. Senin kalbin göğüs kafesinin derinliklerinde, çelik bir kasada saklı. Sesini duyamadığımız için varlığından asla emin değiliz ama efsaneler öyle söylüyor. Sana bir şey olursa kalp masajı yapmamız mümkün değil.

1 comment:

cünort said...

"Sana kalp masajı yapmamız mümkün değil!"
Ne güzel yazmışın yahu.. İşte bak en azından güzel yazdırmış, duvar dibinde gezdirmiş mi demeli ne demeli bilemedim.. Ama o dev posterlerin sahibi olan kişiler de fani değil midir bir yerlerde? Elvisi kral yapan Elvis mi diğerleri mi, krallar kaka yapmaz mı? Krallar eşi dostuyla tebaalarının onları görmediği yerlerde şaka yapmaz mı? Belki de bu yüzden karşılaşmıyorsundur halkıyla, o dev'e dev gibi değil de deve gibi davrandıklarını görme diye. Kimbilur? Yine de sen kendini üzme.. İntikam için kimseye göz süzme.. Hafif yemek için riviera.. Akşamları da kanapede sızma.. öperzo.