12 January 2011

Orman Çocuğu Kimba Dünyaya Gidiyor



 Orman Çocuğu Kimba Dünyaya Gidiyor

          Kimba bir ağacın altında oturmuş bıçağıyla oklarından birinin ucunu yontarak sivriltiyordu. Sağında koca bir kaplan sanki minik bir kedi gibi onun yanına kıvrılmış, gözleri kapalı, uyuklar gibi uzanıyor, kuyruğunu huzurlu ve dalgın bir metronom gibi bir sağa bir sola usulca çarpıyordu. Sağında ise bir ceylan dizleri üzerinde çökmüş oturuyor, ceylanın burnunun ucunda da kocaman kırmızı desenli bir kelebek kanatlarını açmış, esniyordu. Ceylan burnu gıdıklandıkça uzun kirpiklerini kırpıştırarak kelebeğin kanatlarını gıdıklıyordu. Ama ne ceylan kelebeği kovalıyor, ne de kelebek kaçıp gidiyordu; sevdikleri bir oyundu bu. Deniz kenarında oynayan diğer çocukların sesleri, bağırış ve kahkahaları duyuluyordu. Kimba bir an dönüp onları dinledi, aynı anda kaplan da o yana dönüp kulak kesildi. Sonra tekrar önlerine döndüler. 
          Kimba’nın yüzünde çok ciddi bir ifade vardı, tamamıyla elindeki işe vermişti kendini. Sanki dünyanın en önemli şeyi o okun ucundaydı şimdi. Aklında bir şey vardı ve onu yapıp bitirmeyi kafasına koymuştu besbelli. Etrafında iplikler, düğmeler, renkli kâğıt ve uhular, bir sürü malzemeler vardı. Bir an oku bırakıp başka bir şeyi eline alıyor, onu ona yapıştırıyor, bir şeyi başka bir yere dikiyor, onu kesip bunu boyuyordu. Acelesi yoktu, eğlenerek uğraşıyordu bu şeylerle. Arada kafasını kaldırıp ceylanla, kelebekle ya da kaplanla şakalaşıyordu. Derken iri bir tavşan çıkageldi. Kimba’ya çağırıldığını söyledi, artık gitmesi gerekiyordu. Oysa Kimba’nın keyfi yerindeydi, hiçbir yere gitmek istemiyordu. Önce elindeki şeyi yapıp bitirecek, sonra da koşup denize atlayacak, arkadaşlarıyla kumsalda oynayıp ıslak kumlarda yatarak göbeğini güneşte ısıtacaktı. Tavşan Kimba’ya muhakkak gitmesi gerektiğini, üstelik gideceği yerin çok ilginç maceralarla dolu bir yer olduğunu söyledi. Kimba başta kulak asmadı ama gitgide meraklanıyordu aslında. Tavşanın anlattıkları onu heyecanlandırmaya başlamıştı. 
          Sonunda ayağa kalktı. Güneşten yanmış çalı bacaklarının üzerinde doğruldu. Yeşil üzerine incecik beyaz çizgili, yanlarındaki iplerde iri beyaz boncuklar asılı bir bikini altı giymişti sadece. Oklarını taşıdığı uzun keseyi ve yayını da omzuna geçirdi. Güneşten açılmış düz saçları kulaklarından biraz aşağı geliyordu; kâküllerini eliyle kenara sıyırdı. Saçlarının rengine çok benzeyen bal rengi gözlerinde bir merak, ciddiyet ve kararlılık vardı. İri bir deniz kabuğu çıkardı ok kesesinden ve havaya kaldırıp borazan gibi üfledi. Sahilde oynayan arkadaşlarına sesleniyordu: “Ben gidiyorum, geri geleceğim!” Ve tavşanın peşine takıldı. 
          Tavşan önde hoplayıp zıplayarak yol gösteriyordu. Ardında Kimba ve onun arkasında da kaplan, ceylan ve de kelebek. Sonunda bir ağacın dibindeki çalılıkların yanında durdular. Çalılıkların arasında gizli kalmış koca bir delik vardı. Kimba oklarını ve yayını çıkarıp kenara bıraktı, sırtında onlarla delikten geçmesi mümkün değildi çünkü. Kaplana, ceylana ve kelebeğe veda etti: “Beni bekleyin tamam mı? Geri geleceğim”. Ve tavşanın söylediği gibi delikten içeri atlayıverdi.
          Karanlık bir koridordu bu, gitgide hızlanarak aşağı doğru kaymaya başladı. Sanki bir karınca yuvasının içi gibiydi yeraltı, birbirine bağlanan bir sürü kanal vardı. Bazı kavşak noktaları birkaç ayrı odacığa açılıyordu. Her odacıktan farklı sesler geliyordu. Kimba odacıklardan birinin başında kenara tutunup durdurdu kendini ve içeri baktı. Her odacıkta farklı insanlar vardı. Onlar Kimba’yı göremiyorlardı ama o hepsini görebiliyor ve duyabiliyordu. Biraz baktıktan sonra gördükleri pek de ilgisini çekmedi ve aşağı doğru kaymaya devam etti, arada gene durup başka başka odalara bakıyordu. Kaydı kaydı kaydı ve kayarken birdenbire güzel bir ses duydu. Bir şarkı ya da bir gülüş gibi. Bunun üzerine durup güçlükle kendini yukarı doğru çekti. Sese iyice yaklaşana dek yukarı tırmandı. Kanalın bir yanına ellerini, diğer yanına da ayaklarını dayamış havada duruyor, sanki evlerin bacalarından içeri bakar gibi oraya bağlı üç dört odacıktan içeri göz gezdiriyordu. Bunlardan biri ilgisini çekti. İçinde gencecik iki insan vardı. Mobilyasız, boş bir evde yerde oturmuş şarkılar söyleyip gülüşüyorlardı. Kadın olanı 20’li yaşlarının başında, erkek olan ondan birazcık daha büyüktü ama fazla değil. İkisi de gözlüklüydü. Erkeğin bıyıkları vardı; üzerinde de turuncu üzerine desenli bir yün kazak. Deri ceketini yere sermişti, genç kadın ceketin üzerinde oturuyordu. Yere serilmiş karton kolilerin üzerinde bir şarap şişesi ve yiyecek bir şeyler vardı. Bir yandan içiyor, bir yandan konuşuyorlardı. Adam kadına heyecanla bir şeyler anlatıyor, kadın kahkahalarla gülüyordu. Birbirlerinin gözlerine baktıklarında ikisinin de gözlerinden ışıklar çıkıyordu sanki. Onların bu parıltısı Kimba’nın ilgisini çekmişti. Adamın ne anlattığını ve kadının neye güldüğünü merak etmişti. Böylece bu odacığa giden kanalın içine atlayıverdi.
Sona Ertekin ©

No comments: